Kendisini anlatmayı çok da sevmeyen Koray Birand’ı tanımayanlar için, Birand mimarlık ve tasarım okuduktan sonra 2005 yılı itibariyle yöneldiği moda fotoğrafçılığında kısa sürede Türkiye’nin en önemli moda fotoğrafçıları arasında yer aldı. Kendisini yurtiçi ve yurtdışında gerçekleştirdiği başarılı çekim kampanyaları kadar, teknoloji alanında nabzı tuttuğu Youtube kanalından ve kendi tasarladığı bilgisayar oyunundan da tanıyanlar olması çok muhtemel. Başarılı kariyeri ve yaptığı işe teknolojiyi adapte etmesinin yanı sıra Birand bir MTB bisiklet ve motokros tutkunu.
Koray Birand ile kariyeri, hobileri ve doğa sporlarıyla ilişkisi hakkında konuşarak tutkularının hayatına nasıl şekil verdiğine dair sohbet etme fırsatı bulduk..
Sevgili Koray Birand, aktif bir yaşamınız var, sizi yakalamak çok da kolay değil gibi… Birçok ülkede çekim yaptınız, yaşadınız ve çalıştınız, İstanbul’da kariyerinizi ve hobilerinizi nasıl dengeliyorsunuz? Doğa sizin için bu denklemin neresinde yer alıyor?
İstanbul gerçekten çok özel bir şehir. Özellikle doğa sporlarıyla uğraşmaya başladıktan sonra şunu fark ettim, 30 dakika arabaya binip inanılmaz bir doğaya ulaşabiliyorsunuz ve o şehrin betonlaşmış halinden kolayca uzaklaşabiliyorsunuz. Bu da tabi insana kafa dağıtma fırsatı veriyor. Birçok ülkede ve şehirde yaşama imkanı buldum ama özellikle İstanbul ve Kuzey Ormanları, yani şu an bulunduğumuz ortam, size müthiş bir imkan sunuyor. Tabi böyle olunca özellikle motosiklet veya bisiklet taşımak için bir off-road araca sahip olmak istiyorsunuz. Çünkü bu benim kullandığım motosiklet, bisikletlerle 100 km öteye gitme imkanınız yok, dolayısıyla bir araca ihtiyacınız var. Bindiğiniz araçlara eşya yüklemeniz gerekiyor, ekipmanlarınız oluyor, yemek veya bir şeyler içmek istiyorsunuz… Aslında off-road araç sizin bir nevi yaşam aracınız oluyor. Bindiğiniz aracı yaşam alanınıza çevirip ulaşamadığınız yerlere ulaştığınız zaman başka doğalarla da buluşma imkanına sahip oluyorsunuz. Hafta sonu buraya gelip burada kafa dağıtmak, serotonin salgılamak, hafta içinde iş hayatımı daha sağlıklı geçirmemi sağlıyor.
Kullandığınız ekipman ve araçlar hayatınızda nasıl bir yer tutuyor?
Kullandığım araçlar aslında bir noktada ihtiyaç olarak karşıma çıktı. Araba bazında konuşmak gerekirse, bundan önce yere yakın, iki kapılı bir spor araba sahibiydim. Doğaya daha sık çıkmaya başladıkça bunun zorluklarını yaşamaya başladım. Bisiklet ve motosiklet sporlarıyla uğraşmadan önce de doğaya çıkıyor, uzun mesafeli model uçak uçuşları yapıyordum. Kısırkaya mevkiine gelip orada insanların giremediği yerlere araçla girip deniz üzerinde de uçuşlar yapıyordum. O zaman dedim ki kendime, benim bir arazi aracına ihtiyacım var. Arazi aracı size bir özgürlük veriyor çünkü normal binek otomobile sahip olan insanların giremediği yerlere girip orada kendi kendinize ufak çaplı maceralar yaşayabiliyorsunuz.
Doğada olmanın ve kendi maceranızı yaratmanın hayatınıza ve kariyerinize etkisi oluyor mu?
Bundan 15 sene önce bu sektöre girdiğimde, yani moda fotoğrafçısı olduğumda, biraz daha savaşçı bir kimliğe sahiptim. İşimi daha iyi icra edebilmek, işlerin daha özgün olabilmesi için yeri geldiğinde müşterilerimle kavga eden bir insandım. Tabii bu bazen negatif sonuçlar doğurabiliyordu. Ne zaman ki bisikletle ve motosikletle beraber doğaya çıkıp kendi başıma kaldım, daha dingin bir karaktere sahip oldum. Bu durum ister istemez beni iş hayatımda da daha uzlaşmacı bir kişiliğe dönüştürdü. Bu uzlaşmacı kişilik her şeye tamam diyen beni, her şeyi idare eden birinden ziyade birazcık daha akıllı hareket eden biri haline getirdi.
Doğaya çıktığınızda şöyle bir şey oluyor, doğa her zaman size bekleneni sunmuyor, bazen karşınıza beklenmeyen şeyler çıkıyor ve o beklenmeyen şeyler karşısında da sizin doğaya adapte olmanız gerekiyor. Nasıl iş hayatında da aslında karşınıza bir sürü beklenmeyen engel çıkıyor ve bunları idare etmeniz gerekiyorsa aslında doğada da bunun bir simülasyonunu yaşıyorsunuz. Doğa benim bu yanımı biraz törpüledi, doğaya çıkmaya başladıkça daha rahat, aslında daha stratejik hareket edebilen bir adama dönüştüm.
Yani ne zaman doğaya çıktım, o zaman daha iyi fotoğraflar çeken bir insan oldum çünkü o zaman şunu fark ettim, direksiyonun başındaki kişi benim ve gittiğim yolda yolu en doğru gören insan benim.
Böyle bir ilişki iş hayatınızdaki Koray ile doğadaki Koray arasında nasıl bir fark yaratıyor?
İş hayatındaki Koray ile doğadaki Koray arasında büyük fark var. Mesela doğada motokros yaptığınızda yanınızda bir ekip ve arkadaşlarınız oluyor ama o motoru çalıştırdığınız an, kaskınızı ve gözlüğünüzü takıp, egzoz sesini duymaya başladığınızda aslında yalnızsınız. Karşınıza bir engel çıktığında, bir rampayı atladığınızda, o problemi çözerken tek başınasınız. Etrafınızdaki arkadaşlarınız size yardımcı olmuyor. Ama iş hayatında, hele ki benim yaptığım işte çok kolektif bir iş var. Bir fotoğraf çekimi yaparken fotoğrafçı becerileriniz tek başına bir anlam ifade etmiyor. Orada asistanlarız, moda editörünüz, saç ve makyajı yapanlar ekibinizin bir parçası. Onlar işlerini sizin kalitenizde yapmadığı zaman, sizin işinizin kalitesi de yükseklere tırmanamıyor. O yüzden iş hayatında çok daha kolektif, çok daha uzlaşmacı, ekibini iyi yöneten bir Koray olmam gerekiyorken doğaya çıktığım zaman kendine yetebilen bir Koray oluyorum.
Dışarıdan çok fark edilmese bile stresli ve dinamik bir mesleğiniz var. Doğa sizin için bir kaçış mı oluyor?
Yoğun iş hayatında bir şekilde deşarj olmanız gerekiyor, buna deşarj demek ne kadar doğru bilmiyorum ama o stresi, siniri bastırabilecek başka birtakım araçlara ihtiyacınız oluyor. Bu yine tabi benim için motokros yapmak, bisiklete binmek oluyor. Motokros yaptığımda ve bisiklete bindiğimde insanlar “sen adrenalin bağımlısı mısın?” gibi sorular soruyorlar. Aslında tam olarak öyle değil, çünkü aslında bir noktadan sonra adrenalin salgılamamaya başlıyorsunuz, onun yerine serotonin pompalıyorsunuz. O mutluluk, o serotonin sizi bütün hafta boyunca daha sakin, çok daha mutlu, işini daha iyi idare edebilir bir kişiye dönüştürüyor. O yüzden doğaya çıkmak, doğada bir drone uçurmak, motosiklete binmek, piknik yapmak serotonin pompalamanıza faydalı oluyor. Eğer bir spor aktivitesinin sonrasında eve geldiğimde, ayaklarımı uzattığımda, suratımda tatlı bir tebessüm ve yorgunluk varsa, bacaklarım sırtım ağrıyorsa, o zaman o gün ne kadar eğlendiğimi anlamış oluyorum.
Peki motokrostan da bahsetmişken, sormamız gerekiyor limitler sizin için ne ifade ediyor? Kendinize bir sınır koyuyor musunuz yoksa limitleri aşmak mı sizi motive ediyor?
Aslında çok yanlış bir adama limit sorusu soruyorsunuz çünkü aslında ben pek limitleri olmayan bir kişiyim. Belki bu biraz sabırsız kişiliğimle alakalı bir durum olabilir. Ben hemen olsun istiyorum, o yüzden o işe hemen giriyorum, çok fazla mesai harcıyorum ve tabi mesai olayı aceleye gelmeyecek bir olay. Gerçekten onun hakkını vermeniz gerekiyor ki o limitler neticesinde bir kazaya uğramayasınız. Limitleri zorlamak kişinin kendinde biten, kişinin kendini tanıması, yeteneklerini tanımasıyla alakalı bir durum. O limitleri bildiğiniz zaman aslında başarıya daha hızlı ulaşabiliyorsunuz, kendinizi fazla zorlayıp limitinizin ötesine geçtiğiniz zaman mutlaka ayağınıza bir çelme takılıyor ve kendinizi yerde bulabiliyorsunuz. Başlangıç noktasına geri dönüp, baştan başlamanız gerekebiliyor.
Dolayısıyla deneyim edinmek gerekiyor diyebilir miyiz?
Aslında bu iş kademeli, yani hayatta nasıl tecrübe edinerek hayatınızı idame ettiriyorsanız bütün aksiyon sporlarında da bu var. Süleyman Memnun’un* bir lafı vardır, “Bir rampayı bin kere atlamanız gerekiyor ki zaman yavaşlasın ve siz oluşabilecek herhangi bir aksiliğe havada müdahale edebilin.” der. O yüzden de her rampaya girdiğinizde deneyim edinmeye ufak ufak başlıyorsunuz, belki yerden 50 cm’lik bir ufak bir tümsekten atlıyorsunuz önce, sonra orada edindiğiniz tecrübeyle 1m’lik tümseğe giriyorsunuz, sonra bir bakıyorsunuz 2 m’lik bir rampadan atlamaya başlamışsınız. Yani aslında biraz bebek adımlarıyla ilerliyorsunuz. Eğer siz hemen 20 - 30 m’lik rampadan atlamak isterseniz o zaman işte biraz kemik kırmaya başlıyorsunuz, ki ben bunu yaşadım. Bu iş sabır gerektiriyor, deneyim gerektiriyor. O deneyimle birlikte gerçekten hayatınızda çıkabilecek birçok şey yaşıyorsunuz, o deneyimler neticesinde engellere karşı nasıl pozisyon alacağınızı biliyorsunuz. Bu hayatta, doğa ve aksiyon sporlarında da böyle değil mi zaten; iş tecrübeyle doğru orantılı.
Sizi dinlerken düşünmeden edemedik, bu sporun riskleri var mı?
Yani risk her yerde, hayatın her kademesinde var; şehirde scooter’a binerken de düşüp bir yerinizi kırabiliyorsunuz, bir merdivenden inerken de bir yerinizi kırabilirsiniz. Tabi ki de bir motosiklet sporuyla, bir bisiklet sporuyla uğraştığınız zaman göze aldığınız riskler artıyor ama siz tedbirlerinizi aldığınız zaman bu riskleri minimize ediyorsunuz. O yüzden motosiklet tehlikelidir, bisiklet tehlikelidir, kaykay tehlikelidir söylemine ben aslında inanmıyorum. Sadece sabırlı olacaksınız, acele etmeyeceksiniz, bunları uyguladığınız zaman aslında risk yok.
Yukarıda sıkılgan bir yapınız olduğundan bahsetmiştiniz, sizin için meraklı ve keşfeden biri diyebilir miyiz? Bu sizin yaşantınızda nasıl ifade buluyor?
Çocukluğumdan beridir hep meraklı biri oldum, bu merak bazen hiç ihtiyacım olmayan bilgileri öğrenmeme sebep oldu. Tabi lüzumsuz olarak gördüğünüz bu bilgiler hayatın belli bir evresinde size çok büyük bir avantaj sağlayabiliyor. Yeni bir şey öğrenmek sizin öğrenme sürecinizi hızlandırıyor, o yüzden meraklı olmak bana pozitif anlamda katkı sağladı. Keşfetmek de yine biraz merakla, sıkılmakla ve sabırsız olmakla alakalı bir durum. Eğer siz yaptığınız işi 10 yıl, 20 yıl boyunca aynı şekilde yapmaktan mutluysanız o zaman keşfetmeye ihtiyaç duymazsınız ama ben öyle bir karakter değilim. Ben yaptığım işin hep üstüne yeni bir şeyler koymak isterim. Yenilikçi bir şeyler yapma derdinde ve meraklı bir insan olarak, keşif benim hayatımın her anında olan bir şey. Bu gerek bir fotoğraf çekimi için bir mekan keşfetmek, gerek yaptığım işe artı değer katacak teknolojik bir yenilik bulmak olsun, keşif aslında benim hayatımın her noktasında her milimetre karesinde olan bir kavram.
Sürekli yeniyi keşfeden biri olarak kendinize hedef koyuyor musunuz? Hedeflerinize nasıl ulaşırsınız?
Planlamak ya da hedef koymak, aslında bende birazcık daha içsel oluyor, yani hislerim doğrultusunda hareket ediyorum. Her şeyi bir mantık çerçevesinde planlamıyorum. Bu biraz merakla alakalı bir durum. Birçok şeyi merak edip öğreniyorum, o öğrendiğim şeylerin o an için belki bana bir faydası olmuyor ama uzun vadede o merak neticesinde öğrendiğim şeyler bana sonrasında data sağlayabiliyor. O data da hissel olarak hareket ettiğimde tecrübeye dönüyor. Hayata karşı hiç pozisyon alan bir tip olmadım, ama şunu yaptım, kendime her zaman küçük ve erişilebilir hedefler koydum ki erişememe durumunda hayal kırıklığı yaşamayayım. Bunu aslında bilinçli yaptığımı söyleyemem, bu karakter olarak böyle bir insan olduğum için oldu. Etrafımda, uzun vadede yapılan planların bir noktada başarılamadığı zaman depresyona neden olabileceğini gördüm. Belki de bu yüzden koruyucu bir yapıya sahibim. Plan yaptım diyemem ama o küçük vadeli hedef koyduğum işlerde mutlaka plan program yapan, disiplinli bir kişiyim.
*Süleyman Memnun, 11 kez Türkiye Motokros Şampiyonu, eski Türkiye Motosiklet Federasyonu Başkanı.
Bu içerik, Land Rover için Calling Mag tarafından hazırlanmıştır.